KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ
KIRMIZI BAŞLIKLI KIZ
Şimdi Kırmızı başlıklı kızın hikayesini okuyacaksınız. Her zaman duyduğunuz o klasik kırmızı
başlıklı kız hikayesinden bahsetmiyorum. Ormanda ninesine giderken kurtla karşılaşan kırmızı başlıklı
kızın hikayesinden bahsetmeyeceğim. O hikaye kırmızı başlıklı kızın on yaşındayken başından geçen
sıradan bir hikayeydi sadece. Asıl siz şimdi bomba hikayeyi dinleyin. Kırmızı başlıklı kız şu anda tam
otuz yaşında. İstanbul mecidiyeköyde kendi evinde yaşamını sürdürüyor. Kırmızı başlıklı kız geçimini
eskort kızlık yaparak sağlıyor. yani o artık kırmızı başlıklı kız olarak anılmaktan pek memnun değil.
Hayat şartları kendisini eskort kız olarak çalışmaya itmiş. Kırmızı başlıklı kızın hikayesini hepiniz
biliyorsunuz zaten değil mi ? İşte o hikaye kırmızı başlıklı kızın eskort kız olmasında büyük pay sahibi.
Kırmızı başlıklı kız daha on yaşındayken ninesine yiyeceklerle dolu bir sepet götürürken ormanda aç
kurtla karşılaşıyor ve kurt onun nereye gittiğini öğrendikten sonra ondan önce ninesinin evine varıyor.
çünkü ormandaki bir ağaç işçisi kırmızı başlıklı kızı gizli gizli gözetliyordu. bunu bilen kurt kırmızı
başlıklı kızın ninesinin evine kestirmeden gidiyor ve ninesini uyarıyor. daha sonra kurt ve ninesi kırmızı
başlıklı kızın gelmesini bekliyorlar. bu sırada kırmızı başlıklı kızı takip eden ağaç işçisi ormancı, kırmızı
başlıklı kızın eve girmesini bekliyor. eve girince arkasından o da eve girecek ve kırmızı başlıklı kızı
ormana kaçırıp kötü emellerine alet edecektir.evde nineyle beraber kırmızı başlıklı kızı bekleyen kurt
bir yandan da oyalanmak için ninenin elbiselerini kurcalıyor. kendisinin de insan olsaydı böyle
elbiselerinin olacağını hayal ediyor. nineyle derin sohbet devam ederken kurt ninenin elbiselerini
giyip denemeye başlıyor. tam o esnada kırmızı başlıklı kız eve geliyor ve kurtla karşılaşıyor. kurta
ninesinin nerede olduğunu soruyor. bu sırada ninesi abdest almak için banyoya gitmiştir. kurt hemen
cevap veriyor. ninen şu anda banyoda diyor. sonra kırmızı başlıklı kız kurda bazı sorular soruyor. senin
ellerin neden bu kadar büyük, senin gözlerin neden bu kadar iri vs. gibi meraklı sorularla ninesinin
gelmesini bekliyor. derken aç gözlü ağaç işçisi ormancı bir hışımla eve giriyor. kırmızı başlıklı kızı
kaçırmak için hamle yapıyor. bunu gören kurt hemen ormancının üzerine atlıyor. içeriden sesleri
duyan nine koşa koşa geliyor içerideki kargaşaya karışıyor. ormancı yanında getirdiği tüfekle kurda
ateş ediyor. fakat ilk kurşun nineye isabet ediyor. sonra yine tüfeği ateşliyor ve kurdu vuruyor. bunları
gören kırmızı başlıklı kız oradan hızla kaçıyor. bir daha kırmızı başlıklı kızdan haber alınamıyor. çünkü
amozon ormanlarının derinliklerine doğru uzun bir yolculuğa çıkmıştır ve gerçekten çok tehlikeli ve
yapayalnız bir hayat onu beklemektedir. tüm bu olanlardan sonra ormancı kendini aklamak için
kurdun nineyi yediği yalanını ortaya atıyor ve bu nedenle kurdu vurduğunu söylüyor ve kendini
masummuş gibi gösteriyor. aradan geçen onca zamandan sonra kırmızı başlıklı kız kendi hikayesini
kısaca şöyle özetliyor.
– o olaylar olduktan sonra ormana doğru gittim. akşama kadar arkama bakmadan kaçtım. ormanın
ortasında küçücük bir köye denk geldim. bu köyde mavi mavi küçük küçük şirin mi şirin beyaz şapkalı
daha önce hiç görmediğim hayvanlarla karşılaştım ve bu hayvanlar bana çok iyi davrandılar.
köylerinde beni ağırladılar. insan gibi konuşup insan gibi yaşıyorlardı. çok şirinlerdi. beni de köylerini
yeniden şekillendirmek için kullandılar. köylerinde herkes çalışıyordu ve herkesin bir görevi vardı.
benim görevimde köylerinin uzağında kalan akarsudan onlara su getirmekti. gel zaman git zaman bir
gün akarsudan su alırken yanında zayıf ve çelimsiz bir kedi olan siyah pelerinli saçları dökülmüş dişleri
çürümüş bir adan ormanın orta yerinde koluma sarıldı. burada ne yaptığımı sordu. o adamın hemen
kötü biri olduğunu anladım ve oradan kaçmaya çalıştım ama buna izin vermedi. beni yakalayıp kendi
şatosuna götürdü. ormanın ortasında bu kadar büyük ve ihtişamlı bir şatonun olabileceği hiç aklıma
gelmezdi.bu şatoda çok pis işler yapıyordu. bu leş gibi adam kazanlarda bir şeyler yapıp beyaz,
kahverengi ve bilimun değişik renklerde tozlar ortaya çıkartıyordu. bazen bu yaptığı tozları kedisiyle
beraber burunlarının içine çekiyorlar ve sapıtıyorlardı. kafayı yemiş gibi oluyorlardı. Durduk yere halay
çekmeye başlıyor, bazen horon tepiyor bazen gangnam style dansı yapıyorlardı. o tozları yaptıktan
sonra şatoya birileri geliyor ve o beyaz tozları parayla alıyorlardı. beş yıl boyunca şirin sevecen
iyiliksever arkadaşlarımla yaşadıktan sonra bu rezil günahkar şatoda hapis kalmak hiç güzel
değildi.günlerden bir gün beni şatoya kapatıp ormanda gezinmeye gittiler. ben de bir yolunu bulup
oradan kaçtım. Bu sefer ormanın daha derinliklerine doğru ilerledim. Karşımda küçük sevecen ve bir
o kadarda çekici bir evle karşılaştım. Bu ev pastadan yapılmaydı. Bildiğin pastadan yapılmış bir ev ve
ye ye bitiremeyeceğin kadar çok tatlılar. Kapıdan içeriye girdiğimde beni iki kardeş karşıladı. Biri kız
diğeri erkek olan kardeşler o kadar kilolulardı ki yerlerinden kalkmaya mecalleri yoktu. O kadar çok
yemişlerdi ki tıpkı domuz gibi şişmişlerdi. O sırada o kadar çok pasta yada tatlı yememem gerektiğini
anladım. Beni gören bu iki kardeş buradan hemen gitmemi evin sahibi büyücü gelirse beni sağ
bırakmayacağını tıpkı onlar gibi şişmanlatıp sonra yiyeceğini söylediler. Tabii ki o söylediklerine
inanmadım. Zaten karnım çok açtı ve masanın bir kenarına oturup masadaki tatlılarla karnımı
doyurdum. Bu sırada içeriye kötü giyinmiş yaşlı ve çirkin bir kadın girdi. Beni görünce şok oldu. Bir
hiddet ve hışımla üzerime atlayıp kim olduğumu sordu. Sonra ellerimi bağlayıp benimle ne yapacağını
düşünmeye karar verdi. Birkaç gün sonra beni küçük bir kurbağaya dönüştürüp ormana attı. Artık
kocaman bir ormanda daha fazla tehlikeyle karşı karşıyaydım ve karnımı doyurmak için sinekti böcekti
ne kadar tiksindiğim şey varsa onları yiyordum. Artık hayata küsmüş bir kurbağa olarak ata demirerin
kurbağa şarkısını söyleye söyleye ormanda geziniyordum. Hayattan bezmiş müslüm gürses modunda
ormanın en derinliklerini keşfe çıkmış yolunu kaybetmiş bir maceraperest gibi gidiyordum gündüz
gece. Yine zıplaya zıplaya gider iken bir mağaraya denk geldim. Ama daha önce hiç böyle bir mağara
görmemiştim. Aşağıya doğru derinlemesine giden bir mağaraydı bu. Tam ben mağarayı incelerken
içeriden tıfıl mı tıfıl minyon mu minyon tipsiz sapsız ufak tefek adamlar çıkmaya başladılar. Tam yedi
arkadaş güle oynaya şarkı söyleye söyleye o tünelden çıkıyorlardı. Uzun ip bellerinde baltaları
ellerinde belli ki evlerine gidiyorlardı. Onları takip etmeye karar verdim. Eğlenceli kişilerdi. Zaten kısa
bir yolculuk sonrasında evlerine vardık. Onlar önde bense arkalarında öylece gittik. Evlerine
geldiğimizde evde onları prensesler kadar güzel, muhteşem bir kadın karşıladı. Bu kadın o kadar
güzeldi ki tarifi imkansız diyebilirim. Pamuk tenli güzel giyinmiş ve çok güler yüzlüydü. Her birlikte
mutlu bir akşam yemeği yediler ve uyudular. Ertesi gün erkenden kalkıp tekrar o mağaranın oraya
gittiler. Evdeki kadında evde kalıp onlara yemekler hazırlamaya koyuldu. Öğlen biraz geçmişti ki o da
ne ? beni kurbağaya çeviren çirkin kadın bu güzeller güzeli kadının yanına gelmiş ve onunla sohbet
ediyordu. İlk defa geldiğini anladım. Ama o kadar iyi davranıyordu ki sanırsın melaike. Aradan biraz
zaman geçtikten sonra yaşlı kadın cebinden bir elma çıkarıp dünyalar güzeli pamuk tenli genç kadına
uzattı.Ama genç kız şimdi aç olmadığını daha sonra yiyeceğini söyledi ve elmayı bir köşeye bıraktı.
Buna sinirlenen yaşlı cadı sinirlendiğini belli etmeden oradan ayrıldı. Genç kadın akşam yemeği için
fazladan bir tabak hazırlıyordu ve biraz daha büyük bir sandalye koymuştu masaya. Belli ki bir
misafirleri olacaktı. Akşam olduğunda beyaz bir atlı adam oraya geldi. Gelen adama malkoçoğlu diye
sesleniyorlardı. Malkoçoğlu ve yedi tıfıl cüce adamla beraber pamuk tenli genç kız birlikte çok güzel
bir akşam yemeği yediler. Biraz da işten güçten bahsettiler. Yemekler yemişler içkiler derken sıra
meyvelere gelmişti. Gelen meyvelerin arasında gündüz gelipte elma veren cadının elması da vardı. Ve
o elma malkoçoğluna denk gelmişti. İkinci ısırıktan sonra malkoçoğlu kendinden geçip adeta ölüm
uykusuna daldı. Tüm ev halkı neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Pamuk tenli kız Malkoçoğlunu
kendine getirmek için suni teneffüs yaptı ama nafile bir türlü uyanmıyordu. Her şey çok çabuk
gelişiyordu. Malkoçoğlunu yemek masasına yatırıp köydeki kırıkçı nemci efendiyi çağırmaya karar
verdiler. En hızlı pamuk tenli güzel kız gidebilirdi. Hemen yola koyuldu. Bu sırada da diğer yedi
arkadaş beklemeye başladılar. Bir faydası dokunması için hepsi birden hünerlerini göstermeye karar
verdiler. Biri su getirmeye gitti, diğeri çorba yapıp içirmeye karar verdi, bir diğeri ormandan şifalı bitki
toplamaya gitti, öteki ihtiyaçları olan odunları kesmek istedi vs. hepsi bir görev dağılımı yapıp işe
koyuldular. Bu sırada bende kurbağa aklımla filmlerdeki gibi kurbağa ve prens öpüşmesini düşündüm.
Hani hikaye o ya prenses geliyor kurbağayı öpüyor ve kurbağa prense dönüyor. Bu defa durum biraz
farklıydı ama içimden geldi. Gidip malkoçoğlunu öpmeye karar verdim ve zıplaya zıplaya
malkoçoğlunun dudağına Fransız öpücüğünü kondurdum. Daha önce hiç kimseyi öpmemiştim ama
kurbağa olmanın verdiği yetenekle dilimi iyi kullanabiliyordum ve Fransız öpücüğünde hiç
zorlanmamıştım. Derken o da ne . malkoçoğlu birden kendine gelmeye başladı ve mucizevi bir şekilde
iyileşti. Gözlerime inanamadım. Demek ki hikayede anlatılanlar doğruydu. Ama bir terslik vardı.
Hikayede anlatılanlar doğruysa benimde kurbağalıktan prensesliğe terfi etmem gerekmiyor muydu ?
neyse malkoçoğlunun kendine geldiğini gören yedi cüce arkadaş sevinçle bağırıp şarkılar söyleme
başladılar. Bu arada bende hemen malkoçoğlunun dibinde melül melül vıraklıyor ve şarkılarına eşlik
ediyordum. Köye gidip kırıkçı nemci efendiyi getiren dünyalar güzeli pamuk tenli bayanda gelmişti.
Artık neşeleri pek yerindeydi. Nemci efendiye bursa saray helvası ikram ettikten sonra malkoçoğluyla
beraber beyaz atına binerek köyüne gitti ve artık uyku vakti geldi. Her şey çok güzeldi ama ya ben ne
olacaktım. Ömrümün sonuna kadar kurbağa olarak mı vıraklayacaktım ? bu işi çözmeliydim. Düşünüp
taşındım. Madem beyaz atlı prensi öpünce prensese dönüşemiyorum, belki prensese benzeyen
birini öpünce bir şeyler olur. Bu nedenle prensesler kadar güzel olan pamuk tenli kızı öpmeye karar
verdim. Ama nasıl yapacaktım ? tabii ki uykuya daldığınca ufak bir buseyle neler olup bittiğini
görecektim. Herkes uyuduktan sonra genç kızın yatağına zıplayıp dudağına küçük bir türk filmi busesi
kondurdum. O da ne ? saniyeler içinde eskiden olduğu gibi insan oluverdim. Bu öpme işini çok
sevdim. Öperek insanları diriltiyor, kendi şeklimi değiştiriyordum. Çok zevkliydi. Mutluluktan havalara
uçuyordum. Pamuk güzele teşekkür etmeliydim ama gece gece uyandırıp korkutmak istemedim.
Sabah olmasını bekledim. Zaten gidecek yerim yoktu. Sabah olunca tüm ev ahalisi benim varlığıma
çok şaşırdılar. Çünkü benim gibi davetsiz bir misafir beklemiyorlardı. (DEVAMI GELECEK AMA NE ZAMAN GELİR BİLMİYORUM ZİRA BU HİKAYEYİ 2012 DE YAZMIŞTIM…)